TÜRK TOPLUMUNDA KADININ YERİ, KURTULUŞ SAVAŞI, CUMHURİYET VE TÜRK KADIN HAKLARI, ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİ, YÖNETİM BİÇİMİMİZ VE DEMOKRASİ
21 Mart 2002 tarihinde Malatya Halk Eğitim Merkezi salonunda okuma yazma kursuna katılanlara konferans biçiminde sunuldu. Metnin hazırlanmasında A. AFETİNAN’ın, “Atatürk Ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması Türk Kadınının Tarihsel Gelişimi” (MEB Yay. 4. Baskı, İstanbul 1982) adlı yapıtından büyük ölçüde yararlanılmıştır.
Süleyman ÖZEROL/Araştırmacı-Gazeteci *
Her çağdaş toplumda kadın, erkekle birlikte düşünülür. Bu nedenledir ki, kadının toplumsal hakları vardır. Şairin dediği gibi, “analardır adam eder adamı”. Ailenin belkemiğidir kadın. Bu nedenledir ki, “Cennet anaların ayakları altındadır.”
Türk toplumunda kadının yeri ve haklarını üç dönem içinde sunmak istiyorum.
- İslamiyet’ten Önce Türk Kadını
- İslami Dönemde Türk Kadını
- Günümüzde Türk Kadını
- İslamiyet’ten Önce Türk Kadını
Anadolu’da yaşamış olan eski uygarlıklarda kadının konumu ile ilgili tarihsel belgelere yansıyan bazı noktaları sunalım.
Anadolu-Asur İlişkilerinde: Kadının senet yapma-mühürleme, dava açma, tanıklığının kabul edilmesi, ticari işleri yürütme gibi konulara rastlıyoruz; tek eşlilik var.
Hititlerde (Dört bin yıl önce): Hititlerin çok tanrılı dinlerinde tanrıçaları da var. Kraldan sonra annesi yetkili, kral ve kraliçenin ortak imzalı fermanları, kadının mülkiyet hakkı gibi konulara rastlıyoruz. Bugün “başlık” dediğimiz konunun o zaman da var olduğu anlaşılıyor.
Sümerlerde (Altı bin yıl önce): Sümerlerin çok tanrılı dinlerinde toprak ve bereket tanrıçaları var. Evlenmede ailenin rızası alınıyor; ana kabul etmezse nikâh bozulabiliyor. Kız ve erkek çocukları mirastan eşit pay alıyor. Erkek kadını boşamak isterse kadın mahkemeye başvurabiliyor. Ev ve aile konusu kadına bağlı…
İskitlerde (Yaklaşık 2700 yıl önce): Kadınlar da erkekler gibi ata biniyorlar, silah kullanıyorlar, savaşa katılıyorlar. Toplumsal yaşamda erkeği ile birlikte.
Hunlarda (İki bin yıldan fazla bir zaman önce): Hatun, kralla birlikte devleti temsil ediyor. Nakış, şiir, müzik sanatlarıyla uğraşıyor.
Göktürkler-Uygurlarda: Evlenmede “kalıng” (Kalın/Başlık) geleneği var. Kadın kutsal sayılıyor ve kadına tecavüzün cezası ölüm! Genç kızlar silah kullanıyor. Çocukların eğitiminden anne sorumlu… Aile yaşamında kadın-erkek eşitliği var. Dinlerinde kadın, gök ve güneş tanrılarını simgeliyor. Kadın, giyiminde kapalı değil.
- İslami Devir
İslamiyet’te, kadın ve erkeklerin emir ve yasaklar karşısında ayrılmadığı; “Ey insanlar”, “Ey müminler” gibi genel hitaplar bulunduğu halde zaman içinde kadının toplum içindeki yeri geri plana itiliyor. Özellikle cinsel ahlak kurallarında bunu daha çok görebiliriz. Evlenmede kadının söz sahibi olmaması, erkeğin “boş ol” sözü ile hak sahibi sayılması gibi… Ayrıca kadına toplumsal yaşamda yer verilmemesi, birçok haktan mahrum bırakılması da ayrı bir gerçek.
Orta Asya: Toplumsal yaşamda kadın-erkek birlikteliği var, kadının ekonomik alanda üretkenliği var… Karahanlılar’ın son dönemlerinde geleneklerden uzaklaşma…
Selçuklu: Günlük yaşamda, akınlarda Türk erkeği ile hareketli bir yaşam içinde. Hatunların da hakanlar gibi sözü geçiyor. Dede Korkut; “Ana hakkı, tanrı hakkı” diyor.
Osmanlı: Osmanlının ilk dönemlerinde kadının olumlu durumda olduğunu, XVI. Yüzyıldan itibaren ise durum değiştiğini görüyoruz. 1517 yılında hilafetin alınması, şeyhülislam ve fetvaların etkinliği, medrese kültürünün baskın çıkması gibi konular nedeniyle karanlık orta çağdan kurtulmaya çalışan Avrupa’nın yanında Osmanlı karanlığa gömülmeye çalışılır. Bilim-teknik ve aydınlanma hareketleri ayıp, yasak, günah kavramlar ile önlenmeye çalışılıyor, önleniyor. Böylece, eski Türk töresi gerilemeye başlıyor. Arap-Fars kültürüne önem artıyor. Arapça ve Farsça dilleri etkin olurken Türk dili ve Türk halkı geri plana itiliyor. Bu durumdan kadının konumu da olumsuz yönde etkileniyor. Sarayda oluşan haremlik-selamlık uygulaması zamanla beylerin, vezirlerin konaklarında uygulanmaya başlıyor. Osmanlının hareminde birçok ulustan, birçok dinden güzeller yer alıyor…
Saray-konak çevresi süslenme, eğlenme, gezme, hamam sefası gibi işlerle uğraşırlarken, Anadolu kadını erkeği ile birlikte günlük yaşamda birlikte ve üretime katılıyor.
Kadının miras hakkı kısıtlı, erkek çocuklar mirastan iki pay, kız çocuklar bir pay alıyor. İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına eşdeğer… Kapanma-örtünme konularındaki ayet ve hadislerdeki yorum farklılıkları zamanla kadının kara çarşaf ve peçenin içine sokulmasına neden oluyor. Oysa bazı tarihçiler çarşaf ve peçenin Anadolu’da önceden yaşamış olan Bizanslardan kaldığını belirtiyor. Kadının sokağa çıkması, erkeği ile birlikte yürümesi, çocuklarını sevmesi ve benzeri konularda getirilen kısıtlama ve yasaklar var.
Sarayda ve konaklarda zengin kadınlar okullar, medreseler, vakıflar açıyorlar, hamamlar, camiler yaptırıyorlar. Acaba Osmanlı döneminde bunlardan kaç kadın yararlanıyor dersiniz? Eğer kadın bunardan yararlanmış olsaydı toplumumuzdaki kadınların % 90’dan fazlasının okuma yazma bilmemesi olmazdı.
1844 yılında bir mezar taşına bakınız neler yazmışlar?
“Karı dırdırından ölen Esseyid Halil Ağanın ruhuna…”
Acaba bu ağanın kaç eşi, kaç çocuğu vardı? Acaba ekonomik durumu nasıldı? Öldüğünde kaç yaşındaydı? Kadınları böyle bir biçimde horlamak hiç de hoş değil.
Vapur ve tramvaylarda perde ile ayırma var, kadınların parklara girmesi de önlenmeye çalışılıyor.
Bilim tekniğin gelişmesi, yabancı dillerin öğrenilmesi, şiir, müzik ve bazı diğer güzel sanatlara yönelmeler görülüyor. Kimler mi? Yine saray ve çevresi…
1870’de Kız Öğretmen Okulu açılıyor, öğretmen yok…
Nigar Hanım, Makbule Hanım gibi şair ve yazarlar yetişiyor. Ayrıca Halide Edip…
Şair Tevfik Fikret;
“Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer” diyor.
Yani, “Kadının durumu kötü olursa, insanlık onuru zedelenir.”
Halkımızın “Seferberlik” olarak adlandırdığı I. Dünya Savaşı sona erdiğinde Osmanlı Devleti savaşta birlikte hareket ettiği devletlerle birlikte yenik sayılmış ve Sevr antlaşması hükümleri gereğince Anadolu dört bir yandan işgal edilmeye başlanmıştı.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa Amasya’da yayınladığı genelge, Erzurum ve Sivas’ta topladığı kongrelerle halkımızın kendi çabası ve gücü ile düşman işgalinden kurtulacağını bileceğini bildirmiştir. Bunun üzerine kadınlarımız da işgalcilere karşı protesto mitingleri düzenlemeye başlamışlardır.
20 Mayıs günü Çağdaş Kadınlar Derneği adına Sebahat Hanım; 22 günü Kadıköy’de 23 Mayıs günü Sultanahmet’te Halide Edip Hanım kadınlara önderlik ederek söylevler vermişlerdir. “Yarın var, çocuklarımız var” diyen Halide Edip’in söylevleri önem taşımaktadır. İzmir, İstanbul, Denizli, Kastamonu, Trabzon, Giresun, Zonguldak, Seydişehir ve daha birçok yerde kadınların yaptıkları protesto mitinglerinden rahatsızlık duyan işgalciler Osmanlı hükümetine protesto mitinglerini yasaklattırırlar. Çünkü artık Osmanlı hükümeti onların güdümündedir.
Tanzimat, Meşrutiyet derken savaşlar dönemi başlar, cephelere gidip de gelmeyenler geride birçok dul ve yetim bırakırlar. Onlar, Kurtuluş Savaşı döneminde Nazımın deyimi ile “Bizim kadınlarımız” olarak hem cephede erkeğinin yanında savaşarak hem de örgütlenerek bilinçlenirler. Halide Edip,
5 Kasım 1919’da Sivas’ta Anadolu Kadınları Vatanı Savunma Derneği kurulur. Bu derneğin ilk toplantısında (28 Kasım) Makbule Hanım şunları söyler; “Susmayacağız! Hatta erkekler sussa bile, biz susmayacağız!” Sivas’ta kurulan derneği Ankara, Amasra, Kayseri, Niğde, Erzincan, Burdur, Pınarhisar, Kangal gibi birçok yerde açılan dernekler izler.
Bu derneklerin görevleri:
- İşgalcileri protesto mitinglerine katılmak
- Dernekler kurmak
- Cepheye silah taşımak
- Cephane yapım yerinde çalışmak
- Ordunun, askerin yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılamak
- Yardım toplamak
- Göçmenlere ve kimsesizlere yardım etmek
- İşgalleri protesto eden mektup ve telgraflar çekmek
- Silahlı mücadeleye katılmak
23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM kurulur. Bu ilk mecliste kadınların da nüfuslarının sayılması kabul edilir. Artık halk İstanbul’a değil Ankara’ya güvenmektedir. Bu nedenle Ankara’nın çağrılarına kulak vererek ülkemizi işgal eden düşmanlara karşı başlatılan mücadelede TBMM’nin yanında yer almaktadır. Oluşturulan Ulusal Kuvvetler Anadolu’nun dört bir yanında düşmanlarla savaşmaya başlarlar. M. Kemal Paşa ve arkadaşlarının önderliğinde başlatılan Ulusal Kurtuluş Savaşı çeşitli cephelerde sürer. Urfa, Antep ve Maraş savunmaları bizzat halkımızın da katıldığı savunmalardır. I. Ve II. İnönü Savaşları, Sakarya Zaferi, Büyük Taarruz ve Başkumandan Meydan Savaşı (26-30 Ağustos 1922) sonucu Büyük Zafer kazanılır. Başkumandanın, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” komutu ile son düşmanlar da yurdumuzdan atılır.
Kurtuluş Savaşında erkeğinin yanında yer alan Türk kadını cephe gerisinde de görevini yapmıştır. Arabası ile cephane taşıyan kadının sırtında küçük çocuğu vardır. Yağmur yağmaya başladığında çocuğunun üzerindeki örtüyü cephanenin üzerine örter.
Anadolu halkı Ulusal Kurtuluş Savaşında cephede olduğu kadar cephe gerisinde de düşman güçlerinin çeşitli eziyetleri ile karşılaşmışlar, acı ve üzücü olaylar yaşanmıştır. Atatürk İzmir’e girerken geçtiği yollarda dizilen kadınlar O’na minnetlerini sevgi ve saygı gösterileriyle dile getirmişlerdir.
Yedi düvele karşı zaferimizi hazmedemeyen Avrupa’nın tutumu ile ilgili olarak İngiltere Başbakanı Loyd Corc’un şu sözünü aktarmak istiyorum:
“Dünyanın beklediği son dahi, bir anda Türkiye’de çıktı. Hem de bize karşı. Bütün dünyaya karşı…”
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının önderliğinde Türk halkının zaferi ile sonuçlanan Kurtuluş Savaşı ertesinde, 28 Ekim 1922 Lozan görüşmelerine Ankara hükümeti çağrılır. 14 Temmuz 1923’de sonuçlanan görüşmelerde Batı, yeni Türk devletini kabul etmek zorunda kalır. Bu görüşmelerde Mustafa Kemal Paşanın yönlendirmesi ile İsmet Paşanın taktikleri çok önem taşımaktadır.
- Cumhuriyet Dönemi
Dünya da artık yeni Türk Hükümetini kabul etmiş ve 600 yıl süren Osmanlı hanedanlığı sona ermiştir. 29 Ekim 1923’de cumhuriyet ilan edilir ve Meclis Mustafa Kemal Paşayı cumhurbaşkanlığına seçer. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk ulusunundur” ilkesi ile kurulan TBMM, ulusun ve ülkenin daha ileri bir düzeye taşınması için değişiklikler ve yenilikler yapmaya başlar. Bu değişikliklerin ve yeniliklerin mimarı Mustafa Kemal Paşadır. O’nun ileri görüşlülüğü ve ulusseverliği bu yenilik ve değişikliklerde de kendini gösterir.
Bilimi yol gösterici olarak kabul eder ve savaş meydanlarında zafer kazanmakla her şeyin bitmediğini, özellikle eğitimin önem taşıdığını, bilim ve tekniğin dışında yol gösterici aramanın sapkınlık ve dalgınlık olduğunu belirtir.
1921’den sonra İstanbul Üniversitesine ilk kez kız öğrenci kabul edilir. 1922 Eylülünde İstanbul Tıp Fakültesine 7 kız öğrenci alınır. Kız öğretmen okulu, lise, kız sanat okulları açılır. Öğretmenlik, bankacılık, havacılık, sahne sanatları, edebiyat ve güzel sanatlar, iş-ticaret, spor, hukuk, serbest meslekler kadınlarımızın ilgi duyduğu ve atıldığı meslekler arasındadır. Kadınlarımıza kendine güven ve benlik duygusu kazandırılmıştır.
3 Mart 1924’de hilafet kaldırılır, Eğitim Öğretim Birliği Yasası kabul edilir. Hukuk ve eğitim alanında yenilikler ve değişiklikler yapılır. Ülkemizin birçok yerinde okullar açılır, ilköğretim zorunlu ve devlet okullarında parasız olur.
1926’da Medeni Yasa ile kadınlara birçok haklar tanınır. Bu yasanın önemli iki konusunu sunuyorum.
- Çok kadınla evlenmenin kaldırılması
- Boşanma hakkının kadına da tanınması
Daha önceleri 11-12 olan evlenme yaşı 17’ye çıkarılır. Aile yaşamına koruyucu önlemler getirilir. “Aile toplumun temelidir” anlayışı hâkim olur.
1927 yılında okuma yazma bilmeyen erkek % 70, kadın % 90; toplumun % 80’i okuryazar değil. 1 Kasım 1928’de yeni Türk harfleri kabul edilir, okullar yaygınlaştırılır; ulus okulları ile 15-45 yaş arası halkımızın büyük bölümü okuryazar olur. 1929’da ders kitapları yeni harflerle basılır.
1928’de ilk kez kadın avukat baroya kaydolur.
Kadının iş yaşamı ile ilgili konular uluslararası anlaşmalara uygun olarak düzenlenir. Kadının ekonomik yaşama katılması köy ve kent yaşamına göre değişmektedir.
Kamu hukuku açısından da siyasal haklar tanınır. Çünkü ulusu erkek ve kadın temsil eder. Demokraside kadın-erkek ayrımı yapılmaz. 3 Nisan 1930’da kadınların yerel yönetimlerde seçme ve seçilme hakkı, 5 Aralık 1934’te milletvekili seçilme hakkı tanınır. 1 Mart 1935’te TBMM’de 15 kadın milletvekili bulunmaktadır. Mihri Pektaş da Malatya’dan milletvekili seçilmiştir. Bugün mecliste kaç kadın milletvekili var dersiniz?
Dünyanın birçok ülkesinde kadın hakları yokken, Atatürk zamanında kadınlarımıza haklar tanınarak toplum içinde yerleri almaları sağlanmıştır. Ancak cehalet, tutucu düşünceler, kadınlarla ilgili yanlış dinsel yorumlar ve saplantılar ile erkeklerin bencilliği kadınlarımızın eşitliğe ulaşmasındaki engellerin başında gelir.
Aile, toplumun temeli olarak kabul edilir. Bu, Anayasamızın 41. Maddesinde ; “Aile Türk toplumunun temelidir. Devlet ailenin, ananın ve çocuğun korunması için gerekli önlemleri alır. Ailenin huzur ve refahı toplumun huzur ve refahıdır” biçiminde yer almıştır.
Aile bireylerinin birbirinin düşünce ve kanaatlerine saygı duyması gerekir. Çağdaş ailelerde kadın ve erkek eşit hak ve yetkilere sahiptir. Geçim derdi, kederler ve sevinçler ortak paydalardır. Ailenin itibarına özen gösterilir.
Atatürk; “Kadının en büyük görevi analıktır”, “İlk eğitim veren yerin aile olduğu düşünülürse bu görevin önemi daha da anlaşılır” diyerek bir eğitimci kişiliğiyle değerlendirme yapar. Eğitimbilimciler, insan kişiliğinin 3-5 yaş arasında oluştuğunu belirtirler. Kadını yetiştireceksiniz ki, o da çocukları yetiştirsin. Atalarımız, “Ana öğüdü öğütlerin anasıdır” sözüyle konuyu ne güzel dile getirmişlerdir. Şairin dediği gibi, “Analardır adam eder adamı…”
Savaştan çıkmış ve yeni kurulmuş bir devlet olarak, borç almadan, paramızın dolara başa baş olduğu 1923-1938 yılları arasında ülkemizin yöneticisi olarak M. Kemal Atatürk’ün hizmetleri unutulmazdır.
Peki, Atatürk nasıl olmuş da bunları başarabilmiştir? Bütün dünyanın takdirini nasıl kazanmıştır? İşte bu soruların yanıtını atatürk ilke ve devrimlerini kısaca açıklayarak vermek istiyorum.
Atatürkçücüğün Temel İlkeleri
- Cumhuriyetçilik: çağımızda en uygun yönetim biçimi cumhuriyettir. Cumhuriyet yönetimi de demokrasiden ayrı düşünülemez. Atatürk bu konuda şunları söyler:
“Türk ulusunun yapısına en uygun yönetim biçimi cumhuriyettir. Cumhuriyet yönetimi demek demokrasi sistemiyle devlet biçimi demektir.”
- Devrimcilik: Demokrasiyi gerçekleştirmek, ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak için köklü değişiklikler ve yenilikler yapılması gerektiğine inanan Atatürk, var olan kurumların yerine yenilerinin konulması ve halkımızın yararına, çağdaş bilimden yana, aydın düşüncenin egemen olmasını istiyordu. Bunun için eğitimden hukuk alanına, giyimden ekonomiye kadar birçok yenilik ve değişiklikleri gerçekleştirdi. Bunlar devrimcilik ilkesinin gerekleridir. Devrimi ihtilal ile karıştırmamak gerekir. İhtilal an meselesidir, devrim ise süreklidir. Bunun içindir ki Atatürk; Türkiye Cumhuriyetini, devrimleri gelecek kuşaklara emanet etmiştir.
Bir de bunun tersini düşünelim; hala bin, bin beş yüz yıl öncesinin özlemi içinde olan insanların düşüncelerini… “Kadın kısmı okumaz”, “Kadın kısmı okuyup da ne olacak?” gibi düşünceleri… İşte bunlara da gerici diyoruz. Gericiler, ülkemizin ilerlemesindeki en büyük engellerdir. Osmanlı imparatorluğunun yıkılışını anımsayınız. 600 yüz yıllı imparatorluğun yıkılmasında da bunların büyük etkisi olmuştur.
- Devletçilik: Halk çoğunluğunun yararına, halkın da katılımıyla devlet eliyle işler yapılır. Yapılan yatırımlar devlet+özel sektör işbirliği ile yürütülür. Karma ekonomi dediğimiz model Atatürkçülüğün devletçilik ilkesinin özetidir.
- Halkçılık: Her şey halk adına, halk için yapılmalıdır. Halkın söz sahibi olması gereklidir. Halkın yararı ve çıkarına öncelik tanınmalıdır.
- Ulusalcılık (Milliyetçilik): ulus, kendi benliğini tanımalı, diğer ulusların içinde yerini almalı, ulusal bilince sahip olunmalı, başka ulusların da haklarına saygı duyulmalıdır. Ulusçuluğu ırkçılıkla karıştırmamak gerekir. Atatürk ülkemizde yaşayan tüm ulusları bir görmüştür.
- Laiklik: Milletvekillerinden biri Atatürk’e sorar:
“Laiklik, laiklik diyorlar; nedir bu laiklik?
Atatürk yanıtlar:
“Adam olmaktır hocam, adam olmak!”
Laiklik, en temel insan haklarına saygı demektir. Bu hakların başında özellikle düşünce ve inanç özgürlüğü gelir. Kul ile tanrı arasına kimsenin girmemesi, kişinin kendi özgür iradesi ile hareket etmesi, dinini kişisel ve toplumsal konularda çıkarlara alet edilmemesi, saygınlığının korunması laikliğin özünü oluşturmaktadır. Atatürk’ün, “Adam olmak” deyimindeki kastı budur; özgür iradeye sahip yurttaşlar yetiştirmek…
Laiklik, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Laiklik olmazsa özgür irade olmayacak, aydınlık olmazsa karanlık olacaktır. O zaman da demokrasi olmayacaktır. Atatürk’ü “dinsiz”, laikliği “dinsizlik” sananlar Atatürk’ü, ilke ve devrimlerini öğrendikleri zaman ne kadar yanıldıklarını anlayacaklardır. Bu konuda Atatürk’ün yaptıklarına örnek olarak şunları verebiliriz. Kuranı, hutbeleri, ezanı Türkçeleştirerek herkesin anlamasını sağlamış, dinimizi çıkarlarına alet ederek zedeleyenleri önlemeye çalışmıştır.
Halkımızın inanç ve ibadetlerine müdahale edenler ellerini halkımızın vicdanından çekmedikleri sürece daha çok karmaşa yaşayacağımız bir gerçektir.
Yönetim Biçimimiz ve Demokrasi
Dünyadaki yönetim biçimleri hakkında kısaca bilgi verdikten sonra demokrasi üzerinde durmak istiyorum.
- Monarşik Devlet: Tek kişinin (kral, padişah, sultan…) yönetimine dayalı yönetim biçimidir.
- a) Mutlak Monarşi: Tek kişini yönetimi
- b) Meşruti Monarşi: Tek kişinin yanında meclis de vardır. Ancak yine de yöneticinin dediği olur.
- Teokratik Devlet: Dinsel kurallara göre yönetimdir (Vatikan, İran gibi). Yönetici tanrı adına yönetir.
- Oligarşik Devlet: Bir grubun-zümrenin yönetimidir. Halk söz sahibi olmadığı gibi, yöneticiler de halka karşı sorumlu değildir.
- Demokratik Devlet: Halkın egemenliğine dayalı yönetim biçimidir. Bunun için demokrasi kavramı üzerinde duralım.
Demokrasilerde;
* Halk egemenliği esastır. Demokrasiye, “Halk Yönetimi” de diyebiliriz.
* Özgürlük ve eşitlik ilkesi: Temel halk ve özgürlükler bireyin vazgeçilmez haklarıdır. Birey bunları kullanırken özgür olmalıdır. Ulusun ortak yararı ve devlet varlığı söz önünde bulundurulmalıdır. Bireyin özgürlüğü başkasına zarar verdiği anda biter. Bu nedenle özgürlükler yasalarla sınırlanmıştır.
* Genel oy ilkesi: Yöneticisini halk kendisi seçer, kendisi uzaklaştırır. Hem merkezi yönetim hem de yerel yönetim halkın seçimi ile belirlenir. Bu konuda oyun önemi vardır.
- a) Milletvekilleri, Meclis, hükümet, cumhurbaşkanı… Bunlar yasama, yürütme ve yargı organları ile ülkeyi yönetirler.
- b) Yerel yönetimler: Belediye başkanı, belediye meclisi, il genel meclisi, muhtar ve üyeleri…
* Çoğulculuk: halk çeşitli partilerde, derneklerde, sendikalarda ve benzeri kuruluşlarda örgütlenme hakkına sahiptir. Böylelikle birçok düşünce demokrasilerde temsil edilir.
* Çoğunluk: Oyu çok olan siyasi parti ya da partiler kazanır, çoğunluğun görüşü egemen olur.
* Muhalefet: İktidarı denetler…
Eğer demokrasilerde bu ilkeler işlemiyorsa sorun var demektir. Demokrasinin işlemesi için bu ilkelerin tarafsızlık içinde uygulanması gerekir.
Demokrasinin olmadığı yerde halkın, bireyin onuru, insanlık değerleri önem taşımaz. Atatürkçü düşünce, insan değerlerine saygı gösterilmesini ister. İnsanın özgür iradesi, bağımsız düşüncesi, bilimin ve aklın önderliği ile hareket edildiği takdirde ülkemiz aydınlanacak ve çağdaş demokrasi gerçekleşecektir. İşte o zaman toplumsal barış ve mutluluğumuz daha da sağlamlaşacaktır.